12 Şubat 2017 Pazar

BİR ZAMANLAR ANADOLUDA

       

        Bir zamanlar Anadolu'da filmi Nuri Bilge Ceylanın yönetmen koltuğunda oturduğu ve senaryosunu yazdığı, Gökhan Tiryakinin görüntü yönetmenliğini üstlendiği ve Yılmaz Erdoğan, Taner Birsel, Fırat Tanış, Ahmet Mümtaz Taylan, Muhammet Uzuner gibi oyuncuların rol aldığı 2011 yılında yapımı tamamlanan filmdir. Bu filmi bloguma yazmamdaki amaç bu filmin beni derinden etkilemesidir. Bu filmi izlemeden önce ''sanat'' filmlerine açıkçası ön yargı ile yaklaşırdım. Belki de bu önyargımı kırdığından dolayı da bu filme hayran kalmış olabilirim. Yazmamdaki bir başka amaç ise gerçekten filmde izleyenin yorumuna bırakılmış birçok sahne var ve elimden geldiğince bu sahneleri yorumlayacağım.

        Film oto lastikçisinde içki içen, birisi ''Recep İvedik'' kılıklı 3 adamın gösterilmesiyle başlıyor. Daha sonra ani bir geçişle Fırat Tanışla ceset aramaya başlıyoruz. Fırat Tanış burada ''Recep ivedik'' kılıklı adamı öldürmekle suçlanıyor ve ondan cesedin yerinin gösterilmesi isteniyor. Ona burada yardımcı olan ise Yılmaz Erdoğan yani Komiser Naci. Yönetmenin burada öldürülen kişiyi Recep İvedik'e benzetmesini kasıtlı olarak yaptığını düşünüyorum. Şahan Gökbakar geçmiş röportajlarında sanat filmleriyle alay ettiğinden dolayı, yönetmen buna karşılık bir tepki koymuş olabilir. Film ilerledikçe karakterler de zihnimizde oturmaya başlıyor. Ahmet Mümtaz Taylanın Arap Ali adıyla şoför olduğunu görüyoruz. Savcı rolünde ise Taner Birsel oynuyor. Doktor Cemal rolünde ise Muhammet Uzuner karşımıza çıkıyor. Cesedi ararken Kenan olay gecesi sarhoş olduğunu ve cesedi nereye gömdüğünü hatırlayamadığını söylüyor. Cesedin yerinin bulunamayışının bir başka nedeni ise arama işinin gece yapılması olduğunu görüyoruz.
           
     Filmin kırkıncı dakikasından itibaren savcı ve doktorun konuşmalarını dinliyoruz. Savcı bir ''arkadaşının'' karısının hiçbir neden yokken öldüğünü ve arkadaşının karısının, öleceği tarihi bildiğini söylüyor. Kadın söylediği tarihte ölüyor ve  yönetmen bizi bir başka hikayeye doğru sürüklüyor. Tahmin edeceğiniz üzere Savcının, bir arkadaşımın karısı diye bahsettiği kadın aslında doğumdan sonra ölen eşi.
       
           Kenan ve polisler cesedi bulamayınca iş uzuyor ve haliyle soluğu bir köyde alıyorlar. Köyün muhtarı bu insanları köyünde konuk ediyor. Muhtar rolünde Ercan Kesal muhteşem bir oyunculuk sergiliyor. Filmin genelde en beğenilen sahnesi muhtarın insanları sofraya topladığı ve dertlerini anlattığı sahne. Sanki filmi izlerken o köy sofrasında siz de oturuyormuşsunuz gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Muhtar ile Arap'ın eşek muhabbeti, muhabbette göç veren kelimesi geçince kıkırdamalar, her sahnesiyle tek kelimeyle doğallık.Muhabbetin ortasında, zanlının suç ortağının çıkıp, kola var mı demesi gerçekten zirve noktası olmuştur. Tabi ki kola verilmemiştir çünkü o artık özgür bir birey değildir ve kola istemeye de hakkı yoktur. Bir başka değinilmesi gereken konu ise Muhtarın sinsiliği ve cahilliğidir. Köyün onca sorunu varken morg istemesi, muhtarlıkta üçüncü döneme hazırlanması fakat bunu köylülerin isteğine bağlaması bizim çokça gördüğümüz yakından tanıdığımız, izlerken bizim muhtara ne kadar da benziyor dediğimiz bir tiplemedir. Sohbet devam ederken bir anda elektrik kesildiğini görürüz. Yönetmen, burada köyün kararmasıyla sadece köyün yetersizliğini değil muhtarın cahilliğini de göstermek istemiştir.

            Filmin bu bölümüne kadar dikkat ettiyseniz tek bir kadın adı  geçmedi, filmde bir kadının yüzü dahi gösterilmedi. Erkek egemenliğinin toplumda etkinliğini gösteren bir başka detay bu. Filmde kadın olarak sahneye giren ilk kişi ise Cemile yani muhtarın kızı. Muhtarın kızını filmde Cansu Demirci oynuyor. Filmde, en beğendiğim sahnelerden biri, Cemile'nin karanlığa lambayla gelmesi ve odayı aydınlatmasıdır. Kadın figürü burada aydınlatıcı bir rol oynamıştır ve masumiyetiyle oradaki insanları vicdanlarıyla baş başa bırakmıştır.

             Kenan bir zaman sonra itirafta bulunuyor, öldürdüğü adamın çocuğunun kendi çocuğu olduğunu söylüyor ve Komiserin Kenan'a karşı davranışları bir anda değişiyor. Zaman geliyor köyden ayrılıyorlar ve bize arabada Neşet Ertaş eşlik ediyor. Gerçekten o arabadaki hüznü iliklerimize kadar hissediyoruz. Ara ara filmde Savcının, arkadaşımın karısı diye bahsettiği kişiyi doktora anlattığını görüyoruz. Yani filmde aslında bizden iki hikayeyi çözmemiz bekleniyor. 

           Zaman geçiyor ceset bulunuyor. Ceset domuz bağıyla bağlanmış. Neden domuz bağıyla bağlandığını Kenan arabaya sığmadı diye açıklıyor fakat filmin sonlarına doğru o nedenden olmadığını görüyoruz. Filmde dikkatimi çeken başka bir şey diğer filmlerde gördüğümüzün aksine görevini aşkla yapan insanlar yok sadece verilen görevi yapayım da eve gideyim havasında insanlar var. Bunu Komiserde, Savcıda onlara eşlik eden Komutanda bile görüyoruz. Sonunda ceset otopsi yapılması için hastaneye getiriliyor. O anda öldürülen adamın karısını sahnede görüyoruz. Dikkat ederseniz, Doktorun boşandığı karısıyla, öldürülen adamın karısı birbirine çok benziyor. Doktorun kadından hoşlandığını veya kendisine yakın bulduğunu söylemek mümkün. Doktor görevine devam ederken savcı odasına giriyor ve sohbet etmeye başlıyorlar. Tabi ki sohbet yine savcının ölen karısına geliyor ve bu muhabbette savcı artık karısının intihar ettiğini anlıyor ve vicdan azabı çekmeye başlıyor. Savcının bu sahneden sonra ara ara daldığını görüyoruz. Geçmişiyle yüzleşmeye başlıyor.

           Savcı ve Doktor otopsi yapmak için aşağıya iniyorlar. Savcı görevini bitirdikten sonra ayrılıyor. Odada Doktor, Otopsi teknisyeni Şakir ve Abidin kalıyor. Şakir rolünü oynayan Kubilay Tunçer'e hayran kaldığımı belirtmeliyim. Yönetmen, Şakir'i de kullanarak Devlet Hastanelerinin yetersizliğini gözler önüne seriyor. Otopsi yapılırken Şakir, akciğerlerde toprak buluyor yani bu, cesedin diri diri gömüldüğünü bize gösteren bir ipucu. Kenan'ın, yalan söylemiş olduğunu görüyoruz. Domuz bağının sebebinin, arabaya sığmaması değil diri diri gömülmesi olduğunu anlıyoruz. Asıl şaşırılması gereken doktorun, cesedin, diri diri toprağa gömülmesini anlaması fakat rapora bunu yansıtmaması. Peki doktor neden raporuna cesedin ölmeden önce gömüldüğünü yazdırmıyor ? Burada bana göre iki nedenden biri var. İlki öldürenin Kenan değil de ölen adamın eşinin öldürdüğünü düşünmesi ve dosyayı kapatmak istemesi. İkinci neden olarak Kenan'ın öldürdüğünü düşünmesi ama daha az ceza almasını sağlaması. Burada yönetmen cevabı bize bırakmış. Ben cevabı bulamadığımı söylemek isterim. İki neden de birbirine çok yakın. Sonuçta hangi nedenden olursa olsun artık doktor, suçu bir anlamda örtüyor. Otopsi yapılırken doktorun yüzüne kan bulaşması ise artık doktorun da suça ortak olduğunun göstergesi...

           

         
  
             






10 Şubat 2017 Cuma

İğneada'da Nükleere Hayır

İĞNEYİ NÜKLEERE ÇUVALDIZI TÜRKİYE’YE BATIR!

Türkiye üçüncü nükleer santralini inşa etmeye hazırlanıyor…Peki nükleer enerji hakkında ne kadar bilgiye sahibiz, ne kadar biliyoruz doğanın katilleri nükleer santralleri ?

Gelişmiş ülkelerin yapımını yavaşlattığı nükleer santraller radyoaktivite nedeniyle üretimden önce, üretim aşamasında ve üretim sonrasında ortaya çıkardığı çeşitli atıklar nedeniyle tehlike arz eder. Atıkların kaybolmasını geçin zehirliliği bile 600 yıl sonra kaybolmaktır. Örneğin bir ton uranyumun elde edilmesinden geriye 20 bin ton atık madde kalır. Bu atıkların taşınması da saklanması da ciddi bir tehlike içermektedir.
       
Güvenirliliği soru işareti olan nükleer santrallerde kaza riski yüksektir. Risk doğal afetlerle daha da artar. Bu nedenle deprem, heyelan, çığ düşmeleri gibi doğal afetler göz önünde bulundurularak santrallere yer seçimi yapılır. Seçilen yer olağanüstü korunsa dahi radyoaktif kirleticiler çevreye ve havaya yayılmak suretiyle bölgeye büyük zarar verir. Bu konuda bir çok örnek bulunmaktadır. 1957 yılında İngiltere’ de santralin yanması sonucu 200 km²’ lik bir alan işe yaramaz hale gelmiştir.Kuşkusuz en önemli olay 1986 yılında Çernobil’ de meydana gelen patlamadır. Ukrayna’da meydana gelen bu kazada 3200 kişi hayatını kaybetmiş, bölgede yaşam sona ermiş ve etkisi yıllarca devam eden genetik problemler ortaya çıkmıştır. Nükleer santrallerin pazar ve soğutma suyuna yakın yapılmak istenmesi nedeniyle deniz, göl kıyıları, haliçler, büyük akarsu kıyıları tercih edilmektedir. Bu koşullara uygun olarak düşünülen yer ise İğneada. 

Peki İğneada bu uğurda kurban edilmeyi ne kadar hak ediyor ?

İğneada, İstanbula yaklaşık 120 km uzaklıkta bulunan; 258 kuş türüne, 670 çeşit bitkiye ve 668 tür yabani hayvana ev sahipliği yapan Dünyada sadece Amazon ve Afrika’ nın Kongo havzasında bulunan longoz ormanlarına sahip Türkiye’ nin saklı cennetlerinden biridir. Bu cennette yer alan flora ve fauna’nın korunması için Birleşmiş Milletlerden para yollanmış, el üstünde tutulmuş bu nadide bölgeyi bizler yarınki nesillere belki de çoraklaşmış ve zehirlenmiş bir coğrafya yaratmış olarak bırakacağız.Bırakacağız bırakmasına da, sen yarınki nesillerin tarih sayfalarını karıştırdığında onların öfkeyle anacağı kişilerden mi; yoksa onurla bahsedeceği  kişilerden mi olacaksın ?

 Sen hangi tarafta yer alacaksın ?